Hoca Gitmiş!

Bazı insanları kaybetmeyi hiç istemeyiz! Belki de o duygunun paydaşıdır, artık onu sonsuza dek kaybettiğimizi öğrendiğimizdeki şaşkınlığımızın nedeni.

Tıklım tıkış bir anfi.

Üstelik aşina olduğumuz bir yer de değil.

Üstelik “ortak” alınan bir ders olduğu için kendinizi biraz “avamlaştırılmış” da hissetmiyor değiliz.

Birinci sınıflar için açılmış olan ortak dersler bile (örn. matematik, fizik vb) bizim bölüme “özel” verilirdi.

Hocalar bizim bölümün binasındaki anfilerimize, “ayağımıza” gelirdi. Nedeni basit! Ortak alırsak ortalamayı yükseltme potansiyelimiz vardı. Diğer bölümde okuyanların günahı ne?

Bu ise bir grup mühendislik sınıflarının ortaklaşa aldığı bir ders. Herkesin ortalamayı yükseltme potansiyeli olduğu için sorun yok yani; ortaklaştırılmış. Bilgisayar, elektronik, endüstri mühendisliği ikinci sınıf öğrencileri. Dersin kodu 255, adı Differential Equations (Difransiyel Denklemler). Adını da kodunu da 30 senedir hala unutmamış olmamın güzel bir nedeni var.

Zorunlu olan bu derse kayıtlı öğrenci sayısı iki yüz civarındaysa, beşeri bilimler binasının giriş katındaki bu anfi onun yarısını belki de dörtte birini alacak kapasitede (ya da anfinin hacmi kaç ise kayıtlı öğrenci sayısı için onu iki veya üç ile çarpın).

Dönemin ilk haftası. İlk ders. Nasıl olmuşsa en ön sırada yer bulmuşuz iki arkadaş; oturmuş, hocanın gelmesini bekliyoruz.

Araştırmacı gazeteci öğrenciler hoca hakkında bilgi edinmişler bile. Biz orada beklerken kulağımıza çalındığına göre “çok baba bir hoca” imiş, “profesör” imiş. (80li yıllarda üniversitelerdeki profesör ünvanlı hoca sayısı oldukça azdı; mesela bizim koca bölümde bir profesör vardı). Bölüm dışı bir dersi bir profesörden almak; oldukça sıradışı idi.

Neyse bir süre sonra gençten birisi geliyor. Tahtanın önünde, ona paralel yürümeye başlıyor; bir o yana bir bu yana.

Hiçbir şey söylemiyor. Gürültünün azalmasını bekliyor.

Sonra durup “İsteyen çıkabilir, yoklama zorunluluğu yok” diyor.

Sınıfta bir boşalma. En azından şimdi kapasite kadar (belki biraz daha az) öğrenci kalıyor küçük anfide.

Hoca yine sessizliğe bürünüyor. Tahtaya dy/dx yazıp yine voltasına başlıyor.

Gürültü mahçup olup bitmeye karar veriyor. Sessizlik sağlanınca hoca ders anlatmaya başlıyor.

Dersten çıkışta “baba profesörü” göremediğimiz için üzülmüş, ama şaşırmamıştık. Adam ilk haftadan itibaren şahsen derse gelecek değildi ya. İşte bir asistanı göndermişti anlaşılan.

Daha sonra öğrendik ki o mütevazı, dingin, sinirden eser olmayan genç hoca, meğer o istihbaratını aldığımız “baba profesörmüş”!

Prof. Dr. Tosun Terzioğlu ile böyle tanıştık. O bizi şahsen hiç tanımadı. Onunla ilgili duygularımızı, düşüncelerimizi hiç bilmedi. (Oturup iki laf etmişliğimiz bile yok).

Ama biz ilk gün derse giden o iki arkadaş, o günden sonra onu hep kalbimizin “idol hoca” bölümünde sakladık. Hiç bir dersini kaçırmadık. Ona ayıp olmasın diye sınavlarına çok çalıştık; en yüksek notu alarak dersi geçtik.

(O yıllarda üniversitelerde “bazı” hocalarla ilgili böyle bir durum vardı. Hocaya “ayıp” olmasın diye ona başka bir değer veren öğrenciler, sınavlarda soruları tam cevaplayamayacağını görürlerse yarım yamalak bir şeyler “çiziktireceğine” boş kağıt verip sıfır almayı tercih ederdi).

Yıllar boyunca konu açıldıkça gıyabında onu (her zaman sitayişle) andık. O ilk ders günündeki şaşkınlığımızı çevremizle paylaştık. Onu tanıyan başkalarıyla karşılaştığımızda onun hakkında benzer yorumlar yaptıklarında, şaşırmadık.

Dün akşam haber sitelerine bakarken, Tosun Hocamızın vefat ettiği haberini gördüm. Hem çok üzüldüm hem de şaşırdım.

Bazı insanları hiç kaybetmeyi istemeyiz ya belki de o duygunun paydaşıdır, artık onu sonsuza dek kaybettiğimizi öğrendiğimizdeki şaşkınlığımızın nedeni.

Haberi görünce şimdi ABD’de yaşayan, o ilk gün dersine birlikte gittiğimiz arkadaşıma mesaj attım Twitter’dan. Ertesi sabah epostalarımı incelerken, meğer onun benden bir kaç saat önce haberi gördüğünü ve bana eposta ile durumu bildirmiş olduğunu gördüm.

Bu da böyle naif bir anımızdır Tosun Hoca ile. Işıklar içinde yatsın!…

Not : Son yıllarda üniversitelerde yarım zamanlı ders veriyorum. Bana hoca denmesi Tosun Hoca’ya ayıp; olsa olsa onun yanında bize “moca”lık makamı düşer. Ondan aldığımız ışığı, öğrenciye yaklaşım modelini, benzer şekilde bugünün gençlerine yansıtmaya çalışıyorum. Bu biraz da ona olan borcum.

(Bu yazı için müzik önerisi : Leonard Cohen’in ilk albümü – Songs of Leonard Cohen)